beautiful love -- sophie milman

28 Ocak 2011 Cuma

Neden Üniversite Yaşamı?

Aslına bakarsanız bahsedeceğim konular sonda bu sorunun cevaplarından sadece birisini verecekti, yani bu soru üzerine yazmak yerine yazdıklarımı bu soruya çıkan yollardan birine bağlayacağım.

     19 yaşında, ( ne kadar süreceği belli olmayan ) üniversite hayatının başında bir gencim. Bu noktada bir yıl önceki halime mantıklı düşünebilecek şekilde dışarıdan, yanlış tespitler yapmayacak kadar da yakından bakabiliyorum. Bu durumda kendimin geçmişte az çok içinde bulunduğum ama farkına varamadığım sorunu, anca belli haklar elde edince kavrayabildim ya da daha net gördüm. Aslında demek istediğim bunca yıllık sürece aykırı bir şekilde, hak elde ediniminden sonra sorun tespiti yapabildim. Peki neydi bu sorun? Tabii ki gençliğin yetişkin devreye en büyük çelişmelerin, aile içi tartışmaların temelindeki görünmeyen nokta: Gençliğin kendi yaşamı üzerindeki söz hakkı. Bundan sonrasında bu sorun etrafında iki farklı profilden bahsedeceğim.

     Üniversite öncesi diye tabir edebileceğimiz hepimizin geçtiği hâlâ geçmekte olduğu evre, psikolojik yönlendirmelerin içinde kendini ve sorunlarını tanıyamıyor diyebilirim. Bu sorunlara başka isimler atfediyor, bunu yine kendi gibi insanlar içinde basit cümleler ile değerlendirip kendisine biçilen garip yaşam yönteminde kavrulup gidiyor. Peki bu yöntem ne? Birey olma süreci ve bunun için yol olarak gösterilen üniversiteye girdirilme zorunluluğu ( yan sanayisiyle birlikte günümüzün en büyük sektörünü oluşturmuştur bu zorunluluk, en azından bir gencin dünyasında ). İşte bu gençlere gösterilen örneklerde mesleği elinde olan, çoğunlukla akademik başarılarla bir noktaya geldiğine inandırılan insanlar kendi kararlarını alan, iplerini başkalarına salmayan, gençlerin o çağlarda en büyük heveslerinden olan kendi kararlarını verebilme yetisine sahip insancıklar gösteriliyor. Çizilen yol nedir? Çalış, başar, üniversiteyi bitir ve evet artık birey olacaksın, devlet senin karar verme yetini ailenden alıp sana verecek. Peki sen sorarsan ki okumazsam ne olur? Orada sevgili medyamız dizileriyle, haberleriyle 24 yaşında okumamış, işsiz insanları hâlâ anne-babalarına yük olarak gösterip kararlarındaki serbest olmama durumunun altını çiziyor. Bu insanlar okumak zorunda hissediyorlar.

     2. profilimizde ise yetişkin insanlara bakalım. Hani hepsinin ortak noktası kararlarını verebilme olan şu yığın. Gençliğin gözünden bir kez daha bakarsak bu insanlara; gençlerin görmeye yönlendirildikleri şey, bu insanların kararlarının kendi inisiyatiflerinde olduğu. Gençlerin görmeye gizlice itildiği şey de, iyi hepsi karar veriyor da bazılarının seçeneği daha fazla, seçenek için rekabet et, genç! Peki adamlar ve kadınlar ne kadar söz sahibiler kendi kararları üzerinde? Hemen hemen hiç. Çünkü bu insanların bağlı oldukları yapay ve doğal kurumlar var, dolayısıyla sorumlulukları. Millî yükümlülükleri, ahlaki değerleri, işleri, eşleri, çocukları, anneleri-babaları (evet, hâlâ ) var. Bu insanlar bir yere yönelme kararı verse ters tarafa bağlayan ip onu geri çekiyor, başka yöne gitse başka bir ip çekiyor. Bunların kendi etrafında ufak bir çemberleri var, orada tam anlamıyla kendi çaplarında eğleniyorlar. Bu serbestlik alanı iş-ev-3.değişken  üçgeni oluyor.

     Zor soru şu ki: Toplum ve devletin yetişkinlere sunduğu serbestlik mi daha geniş yoksa ailenin çocuklarına sunduğu serbestlik mi?

      Soruyla siz uğraşın, ben size 3. profilden bahsedeyim. Daha doğrusu bir geçiş formu, zira yazının başlangıcında sadece iki profil var demiştik. Üniversite hayatı, acaba burada nasıl bir konseptte duruyor? Öncelikle bu hayatı yaşayanlar özgürlüğün gereği gibi görünen ekonomik bağımsızlıklarını hâlâ kazanmış değiller, dolayısıyla kendilerini üniversite öncesi gençlerden ayrıcalıklı tutanın farklı bir şey olması lazım. O ayrıcalığın kaynağından önce ayrıcalıklara biraz değinelim: Bir yetişkin gibi söz sahibi olmak hem de bir anda. Tabii ki en büyük ayrıcalık bu haklara sahipken bir yetişkin gibi kendisini bağlayan şeylerin çok sınırlı olması. İşte bu yüzden üniversite yaşamı bir insanın hayatında tadabileceği en yüksek hazları barındırabilir. Dış dünyaya karşı algısının en açık olduğu, dolayısıyla zevklerini doyarak hissedebildiği çağlarda bağlılıkların azlığı, özgürlüklerin çokluğuyla insanlara sunulmuş bir armağandır.

     Üniversite yaşamını bu kadar ayrıcalık yapan sebep ne peki? Kuşkusuz ki otorite boşluğu.. İnsan hayatını üç kısma ayırmış gibiyiz: üniversite öncesi, üniversite, yetişkinlik. Üniversite öncesi ve yetişkinlikte şahsın üzerinde duran bir otorite illaki var. Belli sorumluluklar ya da kendilerinden sorumlu olanlar var. Kaçınılmaz ki toplulukların üzerinde otoriteye dayalı bir ağırlık varsa bu altındakilere ağırlığını dağıtacaktır, siz sadece az ağırlık taşımak için kaytarabilirsiniz. Bu otoritenin üniversite yaşamında geçici kayboluşu üniversiteyi cazip kılıyor.

     Biliyoruz ki üniversiteye girmek isteyenler, üniversiteyi yetişkinlikle ilgili yanlış izlenimlerine erişmek için araç olarak kullanıyor. Fark ediyorlar veya etmiyorlar; üniversite, asla gösterildiği gibi olmayan yetişkinlikten önce bulunabilecek bir cennet. Bunu ne zaman idrak edecekler? Belki bu yazıyı okuyunca, belki de üniversite yaşantılarının son yılında. Dileriz ki mezun olduktan sonra olmaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

1 düşünce 1 söylem